Ayşe Nur Biçer'in "Sevgili Homongolos" başlıklı mektubu, Reşat Nuri Güntekin'in unutulmaz karakteri Homongolos'a (ya da Kaya Balığı'na) yapılan edebi bir yolculuk. Yazar, ortaokul yıllarında tanıştığı bu karakterin derin izlerini sürerek, onun kalpsizliğinin ardındaki nedenleri ve insan ruhunun karmaşıklığını irdeliyor. Mektup, Homongolos'un iç dünyasına bir bakış sunarken, okuyucuyu da kendi yaşam yolculuğuna dair düşünmeye sevk ediyor.
Homongolos'un Cazibesi: Karanlık Bir Yüzleşme
Yazar, Homongolos karakterinin kendisini neden bu kadar etkilediğini sorguluyor. Arkadaşları Çalıkuşu'nun romantizmine kapılırken, o neden Homongolos'un karanlık ve mutsuz dünyasına çekilmiştir? Bu, mutsuzluğun cazibesi mi, yoksa hayatın çift yönlülüğünü erken yaşta kavrama çabası mı? Yazar, Homongolos'un bedenini ve ruhunu gelecekteki tehlikelere karşı koruma çabasını anlıyor, ancak bu durumun onu korkuttuğunu da itiraf ediyor. "Bunda ne kötülük var, başka türlü yaşamda yaralanmamak mümkün mü hanımefendi?" sorusuna cevaben, yazar yaralanmaktan kaçınmak yerine iyileşmeyi seçmenin önemini vurguluyor.
Yazar, duyguların ikili yapısı üzerine düşünürken, Homongolos'un mektuplarından önce Sâra Hanım'ın mektuplarıyla karşılaşmasının tesadüf olmadığını belirtiyor. Reşat Nuri'nin Sâra Hanım gibi "ilgi maymunu" kadınlara kızgın olabileceğini, Homongolos'un haklılığı karşısında kitabın kapağını kapatmamızı dilemiş olabileceğini ifade ediyor. Ancak yazar, bir kadının uzun uzun anlatmak isteyeceğini, ardından kenara çekileceğini belirtiyor. Bu noktada cinsiyet söylemine girmekten kaçınarak, evrende her şeyin çift yönlü olduğunu ve yaşamın daireler çizerek ilerlediğini hatırlatıyor.
Gölge ve Gerçek: Homongolos'un İçsel Çatışması
Yazar, Sâra Hanım ve Homongolos'un aynı kişinin gölgeleri olabileceği ihtimalini ortaya atıyor. Homongolos'un kendi gölgesiyle hiç karşılaşmamış olabileceğini düşünen yazar, tüm aşıkların hikayesinin birbirine benzediğini belirtiyor. Homongolos'un yaşamı boyunca üzülmekten korktuğu kadar başkalarına benzemekten de korktuğunu, kaya gibi çehresinin altındaki duygularının varlığını sadece kendisinin bildiğini ifade ediyor. Bu durumun ona acı verdiğini ve mümkün olsaydı bu duyguları hissetmemeyi seçeceğini söylüyor.
- İnsanın en büyük cezayı kendisine kestiğini fark edemeden ölmesi nasıl bir şey?
- Homongolos, kalp duvarını sağlamlaştırmak için yontmasaydı Sâra Hanım kadar şımarık birine denk gelmeyecekti.
- Ölümünün ardından en çok bu söylediklerine üzülüyor.
Yazar, Homongolos'un kendi kendine "Sen artık oldun oğlum, onun gözlerinde büsbütün başka bir dünyaya baktın, artık yaşayamazsın," demesinin onun yaşadığına dair en büyük tanıklık olduğunu belirtiyor. İnsanın hayata bunu söyleyebilmek için geldiğini düşünen yazar, Sâra Hanım'ın alaycı kahkahasıyla ölse bile, Homongolos'un bu sözleri söylemiş olmasının önemli olduğunu vurguluyor.
Sonuç olarak, Ayşe Nur Biçer'in "Sevgili Homongolos" mektubu, sadece edebi bir karaktere yazılmış bir mektup değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine yapılan bir yolculuktur. Homongolos'un kalpsizliğinin ardındaki korkuları, yalnızlığı ve çaresizliği anlatan bu mektup, okuyucuyu kendi yaşam yolculuğuna dair düşünmeye ve yüzleşmeye davet ediyor. Unutulmamalıdır ki, her insanın içinde bir Homongolos saklıdır ve önemli olan o Homongolos'u anlamak ve onunla yüzleşmektir.